Stanford Üniversitesi’nin araştırmasına göre, hikayeler gerçeklerden 22 kat daha fazla hatırlanıyor. Belki de bu yüzden politikacılar bizlere analizler yerine anekdotlar sunuyor, hayır kurumları soğuk kayıpların istatistikleri yerine felakete uğramış kurbanların hikayelerini anlatıyor.
Bu yeni bir yöntem değil. Çocukluğumuzdan beri gerçekleri masallar üzerinden öğreniyoruz; çocuklarımıza da bu şekilde öğretmiyor muyuz?
Hikayeler her yerde…konuşmaların %65’i hikayelerden oluşuyor.
İşte bu sebeple bu yolculuktaki değerli yol arkadaşım, iklim bilimci akademisyen Levent Kurnaz’a her konuşmasına ‘Öleceksiniz, hepiniz öleceksiniz. Ölümünüz ise beklenenden daha önce, çok sıcak veya çok soğuk bir günde olacak’ dediğinde kızamıyoruz. Çünkü ‘atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu endüstri devriminin başından beri %50 arttı; bu da sıcaklık ortalamasının 1.3 derece artmasına yol açtı’ dediğinde hak ettiği dikkati alamıyor.
Mısır’da Sharm El Sheikh’de gerçekleşen COP27’de ilk haftayı tamamladık.
İlk hafta boyunca gözlemlerimizden çıkan hikayeler şöyle;
- Uçaklar dolusu katılımcı yoğun güvenlik önlemleri altında COP27’nin yapıldığı mekana ulaştı. Havalimanından mekana kadar altı ayrı güvenlik noktasında kimliklerimizi gösterdik; arandık. Yani planlı katılımcı ötesinde sürprizin hoş karşılanmayacağını ilk gün itibarıyla kavradık.
- Görüntü tam bir ‘Birleşmiş Milletler renkleri’ içeriyordu. Dünyanın her yerinden, her yaştan ve görüntüden katılımcı vardı. Mekan büyük; yeme içme ve temel ihtiyaç noktaları çok azdı ki haftanın son günlerinde kanalizasyonların patlaması görüntüleri ile hepimiz dehşete düştük.
- Mekanlar konu (medya, girişimcilik, …) ve temsil (ülke ve organizasyon pavilyonları) bazında bölünmüştü – her kurumun ve ülkenin kültürel (ve siyasi) duruşu pavilyon tasarımlarına yansımıştı. Bazıları çok renkli; bazıları ise çok ‘samimiyetsiz’di.
- Bu tasarımlardan kimin iklim kriz karşısında daha ileri seviyede bir anlayışa sahip olduğu okunabilir. Örneğin Pakistan pavilyonu üzerinde yazan ‘Pakistan’da olan Pakistan’da kalmaz’ sloganı ile sellerle yaşanan felaketlerin herkesle ilgili olduğunu sivri bir dille yansıtıyordu.
- Petrole bağımlı yaşayan ülke ve organizasyonların mekanları, ziyaretçileri olan üst düzey kişiler için patlayan deklanşörlere rağmen, oldukça soluktu. Kayda değer bir konuşma veya tartışma ortamı yoktu.
- Gençler ve özellikle iklim tehdidi yaşayan yerli halkların mekanları ve söylemleri renkli ve keskindi. Gençler bu konferansta sözlerinin duyulmasını talep ediyorlar; resmi görüşmelerin kapalı kapılar arkasında cereyan etmesine tepki duyuyorlardı.
- Konuşmalar çok farklı mekanlara dağılmıştı. Programı takip etmek karışık ve mekanlar arası erişim kalabalıklar sebebi ile zor olduğundan ilginizi çeken konuşmaları dinlemek rastlantısal oluyordu. Bazı konuşmalar iyi planlanmış; bazıları ise oldukça sıradandı.
Acıtan gerçek ise, onca emek ile yapılan ‘kapsayıcı’ faaliyetlere rağmen, zirvenin gidişatına devlet yöneticilerinin kapalı kapılar arkasında yapılan görüşmelerde karar verecek olmaları. Sesler bu kapıların arkasına ne kadar yansıyor, tahmin etmesi zor. Görüntü oldukça kapalı; katılımcılar olarak birçok haberi medya kanalları üzerinden takip etmeye çalışıyoruz.
Türkiye tarafında neler oluyor?
Öncelikle Türkiye pavilyonu birbirinden değerli konuşmalara sahne oldu. Delegeler kendi konularına hazırlıklı ve yetkindi. İsterdik ki bu konuşmaları daha fazla sayıda kişi dinlesin.
Konuşmaların yanı sıra, atıklara dikkat çeken Deniz Sağdıç’ın nefes kesici eserleri, diğer sanat eserleri ile birlikte Türkiye Pavilyonunda sergileniyordu ki bu mekana olan ilgiyi gözle görülür bir şekilde artırdı.
8 Kasım günü TC İklim Başmüzakereci’miz Sayın Mehmet Emin Birpınar, Türkiye’yi temsil eden delege ve basına bir toplantı yaptı. Türkiye’nin önümüzdeki hafta iklim taahhütlerini güncelleyeceğini ve emisyonların tepe noktasını belirteceğini söyleyen Birpınar, bu seneki COP’un aksiyon taahhütlerinin takibi şeklinde geçeceğini; zarar ve tazminatlara yönelik COP26’dan kalan maddelerin görüşüleceğini bizlerle paylaştı.
Etkiyap olarak ne yaptık?
Neyin ve niyenin peşinde olmak yerine, gerçek hikayelerin peşine düştük. Geçtiğimiz bir yıl içerisinde gerçekleştirdiğimiz etki ölçümlemelerinin kazanımlarından bahsettik. Odağımız iklim krizi karşısında kadının güçlenmesine yönelik örneklerdi.
Neydi bunlar?
- Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) tarafından oluşturulan Türkiye Grameen Mikrofinans Programı (TGMP) kapsamında sağlanan mikro krediler ile kadınların iş kurmaları; bu sayede kendileri ve çevreleri üzerinde yaşanan değişimlere değindik.
- İstanbul Havalimanı’nın civarında bulunan ve İstanbul’un en fakir semtleri olan bu bölgeler yaşayan kadınlara kazandırılan el zanaatlarının havalimanı mağazalarında ekonomik değer bulması ve bunun kadınlar üzerinde yarattığı değişimi konuştuk.
- Tekfen Vakfı girişimleri ile kadınlara ‘bilinçli’ çiftçi statüsü kazandırılmasının yolculuğunu dinledik.
- Sosyal etki yaratmada araştırmaların gücünü örnekler ve yapılanlar üzerinden tanıdık.
Özetle, iklim krizi karşısında gezegenimizi hala tanıdığımız, bildiğimiz yer olarak korumak ve tüm canlıların geleceğini güvence altına alabilmek için zamanımızın daraldığının farkındayız.
Bu noktada umudu ‘gerçekler’ üzerinden yeşertmek ve geleceğe yönelik işe yarayan ‘hikayeler’e dikkat çekmek istiyoruz.
Çalışmalarımız ve gündeme katkılarımız bu doğrultuda devam edecek.