Yazı serisinin birinci ve ikinci bölümlerine aşağıdan ulaşabilirsiniz:
Birey, topluluklar ve toplumun geneli için yapılan mimarlık ve plancılık, sürdürülebilir fayda açısından çok önemli. Ruhsal refahın sağlanması, sınıfsal çatışmalarının önüne geçilmesi ve farklı kimliklerin bir arada uyum içerisinde var olabilmesi için ilkeli bir yaklaşım şart. Bu ilkeli yaklaşım kendisini ölçekte, eşitlikçilikte, sunulan doğal ve beşerî imkanlarda, kültürde, estetikte ve işlevsellikte ortaya çıkartmakta.
İnsan odaklılıkta başarılı olamayan tekil yapılar ve şehir planları, üç temel alanda kendilerini belli ediyor; heybet, kopukluk ve kısa vadeli düşünce…
Heybet, maalesef çoğu zaman diğer melekelerin önünde tutulabiliyor. Dünyanın en uzun binasına, köprüsüne veya en büyük kongre merkezine sahip olmak, başarı garantili bir yöntem olarak kodlanabiliyor. Ancak sayısız örnekte görülebileceği üzere, asıl başarı doğru kurgulanan ve organik süreçler sonucu ortaya çıkan projeler ile elde ediliyor.
Kopukluk da aslında heybet ile aynı düzlemde ilerleyen bir problem alanı. Bulunduğu coğrafyadan, kültürden ve kullanıcının temel istek ve ihtiyaçlarından kopuk bir şekilde hayata geçirilen yapılı çevreler, hızlıca anlamsızlaşabiliyor. Tekdüzelik riski, küreselleşme ile çeşitli tipolojilerin dünyanın her yerine kopyala-yapıştır düsturu ile yayılması sonucu ciddi manada arttı.
Kısa vadeli düşünce tarafında ise, anlık eğilimlerle hayata geçirilen yapıların ve planların işlevsel ömürlerinin kısa olması sebebiyle yaşanan ekonomik, sosyal ve ekolojik kayıplara dikkat çekmek gerekiyor. Bir anda belli bir gayrimenkul türünde arzın olağanüstü bir şekilde artması ile bozulan arz-talep dengeleri veyahut sadece belirli uluslararası etkinlikler için geliştirilen projelerin, etkinlikler sona erdikten sonra atıl kalmaları kısa vadeli düşünceye örnek olarak verilebilir.
Etki yatırımcıları, bu alanlarda iki farklı şekilde öne çıkarak fark yaratabilirler. İlk olarak, yatırım yapacakları yeni gayrimenkul projelerinde insan odaklılığı bir ön şart olarak kurgulayarak hem paydaş faydasını hem de kendi yatırımlarının sürdürülebilirliğini garanti altına alabilirler. İkinci olarak, yukarıda sıralanan sebeplerle atıl kalmış projeleri uygun şartlarla elde edip, bunları ekonomik, sosyal ve ekolojik gerçek ve gereklilikler çerçevesinde yeniden konumlandırarak çok katmanlı bir etki yaratabilirler. Her iki durumda da fonlar aracılığı ile hareket etmek, esneklik ve uluslararası geçirgenlik açısından faydalı olacaktır.